Russell’ın Ahlâkî Ekolü  

Diğer bir ahlâkî görüş, Bertrand Russell’in öne sürdüğü ahlâkî görüştür. Birçok kitabında bu görüşünü açıklamıştır. Dünya Görüşüm adındaki ünlü kitap bunlardan biridir. Bu kitapta bir bölüm, ahlâka ayrılmıştır. Bir başka kitabı da, Evlilik ve Ahlâk adlı kitaptır. Her ne kadar orada söz konusu olan sadece cinsel ahlâk ise de, kendi görüşünün tümü aydınlanıyor. Zannederim, Bilimsel Bakış adlı kitapta da vardır. Russell’in “aklî ahlâk” şeklindeki ahlâk anlayışının anlamı, keskin “zekîlik ahlâkı”dır. O, gerçekte maddeci bir şekilde düşünmesinden dolayı hiçbir ahlâkî ölçüyü kabul etmez. Ne Aristo’nun “orta yol” anlayışına, ne de Kant’ın “vicdanî ahlâk” yani “sorumluluk duygusu” anlayışına inancı vardır. “İnsan, sorumlu biçimde menfaatçi olarak yaratılmış olan bir varlıktır. Kendi faydasından başka bir şeyin peşinde değildir.” demektedir. Bu hepsinden geride olan bir sözdür. “İnsanın kendi faydasından başka bir şeyi istediğine inanmayın” diyor! Diğer taraftan, bizim toplum içinde ismini ahlâk olarak koyduğumuz birtakım güzellik bağlarına ihtiyacımız vardır. “Birbirlerimizin haklarına riayet edelim; birbirimize saygı gösterelim; kendi toplumsal görevlerimizi yapalım.” diyoruz. Kendi görev ve sorumluluklarını yerine getirmek, başkalarının haklarına riayet etmek, başkalarının şahsiyetine saygı göstermek… İnsanın toplumsal hayatında ahlâk adıyla ihtiyaç duyduğu şeyler bunlardır. Russell daha sonra şöyle demektedir: Ahlâk şudur; biz öyle bir iş yapalım ki bu yaptığımız şey toplumda harfiyyen uygulansın. Ferdlerin tümü birbirlerinin haklarına riayet etsinler, görevlerini yerine getirsinler, birbirlerine saygı göstersinler ve bu gibi usûllere inansınlar. Peki ya siz, bunları maddî olmayan bir temel üzerine yerleştirmeyi ister misiniz? Niçin birbirimizin haklarına riayet edelim? Çünkü fazilet budur veya sorumluluk böyle icab ettirdiği içindir. Şöyle demektedir: Hayır! Bu sözlerin bir temel ve esası yoktur. Gerçek şu ki insanın menfaatleri de aynı şeydedir. Biz insana, “Sen kendi menfaat ve mutluluğunun peşinde gitmelisin ve senin menfaatlerin aynı şeydedir. Başkasının hakkını ihlâl etmen halinde veya kendi sorumluluğunu yerine getirmediğin takdirde kendine bir fayda sağladığını düşünmekle yanılıyorsun.”düşüncesini anlatmalıyız. (Bu örnekleri ben veriyorum, o vermiyor). Bunların hepsi yanlıştır! İnsanın akıl ve zekâsını arttırmalıyız ve ona uzak görüşlülüğü vermeliyiz! Kendini düşünen bir insan menfaatini, halkın haklarını ihlâl etmekte görür; bu yakın görüşlü olmasından dolayıdır. İnsanların tümüne göreceği tepkileri anlatmak gerekir. Şu örneği vereyim: Bir grup insanın bir odada beraberce yaşadıklarını farz edin. Her birinin tembellikten veya başka bir nedenden dolayı bu odanın durumuna önem vermemesi, fakat aynı zamanda bu odanın her zaman temiz ve düzenli olmasını beklemesi mümkündür. Fakat bu gruba, “Bizim ferd sizin ferd olarak kendi menfaatinizin aynı yerde olduğunu anlarsınız. Bir başkası da ferd olarak kendisinin menfaatinin aynı yerde olduğunu anlar. Bu durumda kesinlikle hepsi bu işi yapacaktır. Çünkü insan menfaatçidir. Bir örnek vererek şöyle diyor: Başlangıçta mümkündür ki eğer gidip de komşunun ineğini çalarsam daha fazla faydalanacağım; fakat, “Eğer sen komşunun ineğini çalarsan, komşun da senin ineğini çalar ve o diğer komşu da senin örneğin eşeğini çalar. Böylece bir fayda elde edeceğin yerde yüz tane zarar görürsün.” anlayışı bana kavratıldığı zaman, komşumun ineğini çalmayacağım açıktır ve bu çok tabiîdir. O halde insan sadece uyanık olmalıdır ve ahlâk olarak isimlendirilen şeyin, herkesin faydasına olan şey olduğunu anlaması gerekir. Bu da gerçekte ahlâkî değerleri inkâr etmiş olan bir çeşit ahlâkî ekoldür; yani yine ölçü, menfaatler olmuştur. Nihayet şimdiye kadar daima “Ahlâk, zorlu menfaatlerle elde edilen bir şeydir” denmiştir ve falan ahlâkî değeri, menfaatin önüne çıkaranın işi ahlâkîdir. Fakat bu ekol diyor ki: “Niçin siz geliyor, menfaat ve ahlâkî davranış arasına ihtilaf koyuyorsunuz?” Sonra devam ediyor: “İnsan kendi hesabına göre menfaatinin peşinde gider, ama ahlâkî davranışı hangi hesap üzerine yapar? Ve sonra kendisi için bir ölçü belirlemek istiyorsunuz ve her biriniz bir şey söylüyorsunuz. Hayır, ahlâkî davranış, etrafında menfaatleri temin eden bir davranıştır; ahlâkî olmayan davranış ise, kendisinde insanın sadece yakınını gördüğü davranıştır.” demektedir. Başka bir örnek verelim: İlkokula gitmek isteyen bir çocuk şöyle düşünerek üzülebilir: “Ben, bugün okula gitmek ve dört saat orada kalmak zorundayım. Bu yüzden oyun oynayamayacağım, bütün mutluluğum gidecek”. Kendisini bir ferd menfaatimiz bu oda konusundaki görevlerimizi yerine getirmemizdir.” anlayışının kavratılması gerekir. İnsan bu konuyu çabucak anlayabilir. Ben, benim ferd olarak kendi menfaatimin aynı yerde olduğunu anladığım zaman, siz de sevinç ve bir zahmet arasında görüyor: Bugünün sevinci ve bugünün zahmeti. Sonucu görecek kadar bir ince zekâya sahip değildir. “Eğer ben bugün ders okumazsam, daha sonra bunun sonucu ne olur veya ders okumam halinde sonuç olur?” Bu kadarını anlayamaz. O anlamaz, fakat anne-babası anlar. Anne baba da, çocuk da kendi faydasını istiyor; fakat çocuk kendi faydasını küçük bir ışık içinde görüyor, anne-babası ise onun faydasını büyük bir ışık içinde görüyor. Bundan dolayı da anne ve babanın o faydayı gözetmeleri,ders okuma zahmetine tahammülle sonuçlanır; fakat çocuk yakın görüşlü olduğu için bu işi yapmayı istemez. Ahlâkî davranışlarının tümü, tıpkı “Ben doğru söylemeliyim, benim kârım doğruyu söylemekte yatar; eğer başkalarına yalan söylersem başkaları da bana yalan söyler. Ben güvenilir olmalıyım. Emaneti sahibine vermezsem başkası da vermez ve bu da benim zararımadır. O halde benim faydam, emîn olmakta yatar.” sözlerinden ibaret olan ekol gibidir. Russell’in sözü, gerçekte bir değer olarak ahlâkın inkârıdır. Çünkü ahlâkı faydaya feda etmiştir. Böylece Russell’e gelen ilk eleştiri şudur: Onun esas olarak kabul ettiği ahlâk, yüce ve mukaddes değerleri yok etmiştir. Menfaatin üstünde bir şey yoktur. Hatta kendi menfaatinin üstünde bir şey yoktur. Bu da Russell’in söylediği sloganlara terstir. Sloganları felsefesine zıt olanlardan birisi de Russell’dır. O kendisini dünyada insansever biri olarak tanıtmıştı. Fakat gerçekte onun felsefesi buna zıttır. Onun felsefesi menfaatçiliktir. O halde Russell’in tüm barışseverlik değerleri, kendi şahsı üzerinde odaklanır: “Ben niçin bugün İngiltere’de Vietnam’daki savaşa muhalefet ediyorum, faydam bunda olduğu için.” Bundan dolayı senin bu işinin bir değeri yoktur. İkinci olarak, teklif edilen bu ahlâk sadece bir yerde faydalıdır; eğer güçler eşit olursa! Örnekteki iki komşu misali gibi: Ben komşumun ineğini çalmam, çünkü komşum da gelir benim ineğimi çalar. İki eşit güç birbirlerine karşı yer alınca veya zayıf bir güç kuvvetli bir güce karşı yer alınca, bunu güzel bir şekilde değerlendirirler. Fakat fevkalâde kuvvetli bir güç, zayıf bir güce karşı yer alınca ve bu kuvvetli güç, o zayıf gücün yüz yıl sonrasında dahi onun menfaatlerini alamayacağını bildiği zaman, ahlâk onun için gerekli değildir. Buna göre, örneğin Brejnev, Carter’ın karşısında yer alırsa o zaman ahlâk, hem Carter’ın ahlâklı olmasına, -çünkü rakibinin de onun kadar bir gücü vardır- hem de Brejnev’in ahlâklı olmasına -çünkü o da rakibi kadar güçlüdür- hükmeder. Fakat bunların her ikisi de zayıf milletlere karşı hiçbir zaman ahlâka gereksinim duymazlar. Çünkü zayıf milletlerin yüzyıl sonra dahi kendi menfaatlerini ellerinden almalarına güç yetiremeyeceğini bilmektedirler. Belki de daha başlangıçta onların bu gücü elde etmelerine izin vermiyorlar. Bunun için de büyük bir güven içindedirler. Bu durumda Russell’in ahlâkı gibi, menfaat esası üzerinde kurulan bu ahlâklar ne işe yarar?! Aslında ahlâk, güçlülerin önüne daha kâmil bir güçle geçmek içindir: “Daha fazla güce sahip olana affetme ve bağışlamayı daha fazla aşılayın.” Ancak menfaat esası üzerinde olan bir ahlâkın ikinci temeli de güçlerin eşitliğidir, yani sadece güçlerin eşitliği varsayımı üzerinedir. Ben, en az benim kadar güçlü olan bir rakip karşısında yer aldığım zaman kesinlikle onu öldürmeye kalkışmam. Çünkü onun da beni öldürmeye kalkışması mümkündür. Eğer onu öldürebileceğime yüzde elli ihtimal verirsem, öldürüleceğime de yüzde elli ihtimal vermeliyim. Bunu yapmayacağım açıktır. İki kişinin güç açısından eşit olduğu yerde, bu böyledir; ama eğer eşit olmazlarsa, artık ahlâk mevcut değildir. Bu yüzden bu ahlâk da ahlâk değildir, ahlâkın inkârıdır. Gerçekte Russell’in felsefesinin manası şudur: Ahlâkı serbest bırakın; çünkü ahlâk, değere sahip olmaya, yüceliğe ve menfaatlerden ve hayvanlıktan üstün olan bir şeye eşittir. Ahlâk, insaniyet demektir; insaniyet ise, hayvanlıktan üstün bir değer demektir ve menfaatler üstü bir davranıştır. Russell’in sözünün anlamı, ahlâkın bir esasının olmadığı; fakat sizin ahlâktan alabileceğiniz sonucu öğretimden de alabileceğinizdir. Yalnız bir şartla: Genel menfaatler böyle gerektirsin. Bu söze şu eleştirinin yapıldığını görmüştünüz: “Evet, güç açısından eşit olan bir halka böyle bir sözü söylemek mümkündür; fakat zorba olan bir kimse hakkında bu ahlâk söz konusu değildir. Aksine onu, ahlâkın tersini yapmaya teşvik eder. Çünkü der ki, aslında ölçü, menfaattir. O, ahlâklı olmaya mecburdur, fakat senin ahlâklı olmaya hiç mecburiyetin yoktur.”

Murtaza Mutahhari – Ahlak Felsefi kitabından alıntıdır.

Ahlak Felsefi Kitabını Satın Almak için link – https://onsozyayincilik.com.tr/urun?search=Ahlak&product_id=802

okuyucu yorumlarıOKUYUCU YORUMLARI

Sıradaki içerik:

Russell’ın Ahlâkî Ekolü